HOŞGELDİNİZ

Merhaba,
Sayfama hoşgeldiniz.
Merak edip bir uğradığınız için teşekkür ederim.
"Yok, sadece uğramadım, abonesiyim" diyorsanız ona daha çok teşekkür ederim:)
İnternet dünyasında benim de bir yerim olsun istedim.
Ben burda sadece çok beğendiğim dokümanları ve çok güldüğüm fıkraları yayınlıyorum. Henüz hiç bir konuda yorum yapmıyorum. Şimdilik...
Genelde kaynak veya yazar mutlaka belirttim. Şayet belirtmemişsem ya çok tedavülde olan bir yazıdır ya da bana aittir. Ortak özelliklerinden biri benim beğenmiş ve fikren yakın bulmuş olmamdır. Bir de derleme amaçlıdır. İstediğimiz zaman ulaşabileceğimiz bir kaynak yaratmak. Yok mu buna benzer kaynaklar? Tabiki var. Bu sayfanın ayrıcalığı bana ait olmasıdır. İlginize teşekkür ederim.
Not1:Şahsıma yorum, eleştiri, tavsiye bildirmek veya doküman göndermek isterseniz saselzeta@gmail.com adresine iletebilirsiniz.
Not2:Ayrıca yazıların altında "yorum" linkleri bulunuyor. İsterseniz yorum da yapabilirsiniz.

23 Nisan 2008

23.04.2008

Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
M.Kemal ATATÜRK

22 Nisan 2008

Otuz Beş Yaş

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı Tarancı

21.04.2008

Hiç bir işinizde aceleye kapılmayın. Ama durmayın da.
Rakım Ziyaoğlu

21 Nisan 2008

Evlilik

Evlilik , inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için..
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan
geçiyor. Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin
erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum...
Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına 'höt' dediğinde oturmalı kadın...
Ya da yumuşatıyorlar; Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum felan)
küçük olmalıymış yaşı... Eğitimde de böyle..
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı ....
EŞiM BENDEN 2 YAŞ BÜYÜK; ne 'höt' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü... Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti,
-'Ooo Can bey kapmışsınız çıtırı 'esprilerine muhatap dahi oldum.
EŞiM 3 ÜNiVERSiTE BiTiRDi; ben bir taneyi 9 senede bitirdim..
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene. O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklısın bitanem...'dedik,
Öfke bitip fırtına durulduğunda 'ama bi de böyle düşün' de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta...
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık. Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... Ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima... Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede... Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık...
Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı eşim; -Ne yapıyorsun burda?' diye sordu kapının eşiğinden,'uyuyorum' dedim buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun? 'dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi... Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek... Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç.. Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede... Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu, oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bi oyun bence... Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle... Sadece gönlünüzden geçtiğince... Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun '...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün Evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...

CAN DÜNDAR

Özel Sözler

Dostluk, toprak bir maşrapa gibidir, önemsiz bir nedenden birdenbire kırılır ve bir daha kullanılmaz.
Cicero

Doğa, dilsiz hayvanlara bile özgürlük vermiştir.
Tacitus

"Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olunur"
Konfüçyüs

18 Nisan 2008

Açlık Ordusu Yürüyor

Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.

Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.

Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.

09.08.1962
Nazım Hikmet Ran

18.04.2008

Haksızca edinilmiş servet, üzerine sıcak su dökülmüş kara benzer.
Çin Atasözü

17 Nisan 2008

17.04.2008

İnsan hayatında iki feci olay vardır: Biri insanın çok istediği şeyi elde edememesi, diğeri de etmesidir.George Bernard Shaw

15 Nisan 2008

Açsam Rüzgara_Orhan Veli

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.

Ceviz Ağacı_Nazım Hikmet Ran

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

15.04.2008

Önce elimize, sonra dilimize düşen gerçek öyle kılık değiştiriyor ki, kısa bir süre sonra tanımak imkansız oluyor.
Pitigrilli

14 Nisan 2008

GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

Bu bir türkü: toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü: alev bir saç örgüsü kıvranıyor;
kanlı, kızıl bir meşale gibi yanıyor
esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik!
Sıçradık;şimşekli rüzgâra bindik!
Kayalardan kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:evinde ağlayanların
göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar
Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşıyanlar!
İşte:Şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten düşen ateşe fırlat;yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neşemiz sıcak! kan kadar sıcak
delikanlıların rüyalarında yanan o "an" kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak
ölülerimizin başlarına basar yükseliyoruz güneşe doğru!
Ölenler dövüşerek öldüler; güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın Güneşi zaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor!
Haykırdı en önde giden, emreden!
Bu ses!Bu sesin kuvveti, bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran,
onları oldukları yerde durduran kuvvet!
emret ki ölem emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz, coşuyor!...
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var güneşe akın
Güneşi zaaaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır Haykıralım!

Nâzım HİKMET

Buluşmak Üzere_Can Yücel

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

14.04.2008

Tehlikeden kaçamayan, onun karşısında cesaretle durmayı bilmelidir.
La Fontaine

13 Nisan 2008

Felsefi Düşüncenin Özellikleri Nelerdir?

Felsefi düşünce eleştirel bir düşüncedir; yani kendisine veri olarak ele aldığı her türlü malzemeyi aklın eleştiri süzgecinden geçirir. Bu malzeme a) doğrudan doğruya kendisine yöneldiği varlık alanı tarafından kendisine sağlanabileceği gibi b) bundan daha sık rastlandığı üzere bu varlık alanları ile ilgili olarak başka entelektüel etkinlikler tarafından sağlanan malzeme olabilir. Örneğin felsefeci, doğrudan doğruya doğa, tarih, toplum üzerinde eleştirel bir bakış açısıyla düşünebileceği gibi kendi deneyleri, çeşitli bilimler tarafından bu varlık alanlarıyla ilgili olarak kendisine sağlanan veri malzeme üzerine de düşünebilir. Bu son özelliği ile felsefenin bilginin bilgisi veya refleksif bir düşünce faaliyeti olduğu söylenir. Refleksiyon, kendi üzerine dönme anlamına gelir. Burada zihin kendi üzerine dönerek sahip olduğu bilgiler üzerinde düşünür. Gerek empirik hayatın kendisi, gerek herhangi bir sanatın icrası veya bilimler bize bir dizi bilgi verirler. Felsefe, esas itibariyle işte bu bilgiler üzerinde düşünmek, onların temelini ve değerini yoklamak, soruşturmak faaliyetidir.
Felsefi düşüncenin bir diğer özelliği, bilimsel düşünce ile ortak olarak paylaştığı kavram ve soyutlamalar kullanması ve bunların yardımıyla ilkeler ve yasalar ortaya atmasıdır. Bunu da felsefenin genelleyici veya ortak sonuçlara varmak isteyici özelliği olarak adlandırabiliriz.
Hazırlayan: Ömer YILDIRIM (Sosyolog)
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı

13.04.2008

Çevrenizde ilgi uyandırmak istiyorsanız, başkaları ile ilgilenmeyi biliniz.
Northam Lee

Ekmeğin Felsefesi


Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı,
Çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı,
Çünkü
Ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

*****
Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı,
Çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı,
Çünkü
Kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

*****
Felsefenin ekmeği yoktu,
Ekmeğin felsefesi.
Ve sahipsiz felsefenin ekmeğini,
Sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında...

Melih Cevdet ANDAY

12 Nisan 2008

Felsefi Bilgi Nedir?

Felsefi bilgiyi belirtmek diğerlerinden zordur. Hatta felsefenin en önemli probleminin bizzat felsefenin kendisinin ne olduğu problemi olduğunu söylemek bile mümkündür. Felsefi bilgiyi veya felsefeyi anlamaya çalışırken yapılması gereken en doğru şey tarih boyunca kendilerine filozof denilen kişilerin yaptıkları işin kendisine bakmak olacaktır. Böyle bir bakış açısından konuya bakıldığında ise filozofların farklı zamanlarda, farklı kültürlerde, farklı amaçlar ve farklı işlevlere farklı somut felsefeler ürettikleri görülmektedir. Bununla birlikte bu farklı zamanlarda yaşayan ve farklı amaçlarla farklı felsefeler üreten insanların yaptıkları işin kendisinde bazı ortak özellikler olduğu da gözlemlenmektedir.
Kant felsefeyi "kendisini akla dayanan nedenlerle meşru veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi" olarak tanımlamıştır. Kanaatimizce bu tavır felsefeyi felsefe yapan ve bütün felsefi düşünme örneklerinde ortak olan bir noktayı gayet güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. Burada "akla dayanan nedenler"den insanın her türlü deneyini, gözlemini, bunlara dayalı her türlü akıl yürütmesini ve sezgisini içine alan geniş bir nedenler grubunu anlamak gerekir. "Haklı çıkarmak veya meşrulaştırmak" iddiasından ise "herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıt, temel veya gerçeklerle ortaya koyma"yı anlamak gerekir.
Hazırlayan: Ömer YILDIRIM (Sosyolog)
Kaynak:
Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı

Felsefe Nedir?

Aristoteles'in ünlü yapıtı Metafizik "bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler" cümlesiyle başlar. Yine Aristoteles'e göre, insanların duyularını kullanmaktan; örneğin görmekten, işitmekten duydukları zevk bunun en net kanıtıdır. Gerçekten de insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri onun kendisini çevreleyen dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, geçmişini ve bütün yanları ile bizzat kendisini tanımak ve bilmek istemesidir.
Şimdi bilgi, bilen varlıkla (felsefe dilinde özne veya süje ile) bilinmesi istenen veya bilinen varlık (felsefe dilinde nesne veya obje) arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide bilinenin mi, yoksa bilenin mi ağır bastığı; bilginin imkânı veya imkânsızlığı, kaynağı, alanı, kapsamı, sınırları vb. türünden sorular felsefenin bilgi teorisi veya epistemoloji diye adlandırılan dalının özel konusunu oluşturur. (Bu konu, site içerisindeki diğer yazılarda geniş kapsamlı olarak ele alınmıştır.)
Felsefe de esas olarak bir tür bilgidir; ama özel bir tür bilgidir. Felsefenin ne tür bir bilgi olduğunu, felsefi bilginin özelliklerinin neler olduğunu anlamak için diğer belli başlı bilgi türlerinden söz etmek gerekir. Bu konuda ele alınacak bilgi türleri ise gündelik bilgi ve bilimsel bilgidir.

Gündelik Bilgi ve Sağduyu Bilgisi
Bunların en yaygın olanı ve hepimizin az çok bilgisine sahip olduğumuz bilgi türü; gündelik bilgi, sağduyu bilgisi veya eski deyimle "amiyane" bilgidir. Gündelik bilgi, adından da anlaşılacağı gibi insanların gündelik hayatlarında ve en sıradan deneyleri sonucunda elde etmiş oldukları sıradan bilgidir. Bu bilginin kaynağı, bütün insanların temelde aynı biyolojik yapıya ve benzer toplumsal koşullara sahip olmalarıdır. Mesela ister dahi, ister en sıradan insan olsun herkes yağmurun ıslattığını, ateşin yaktığını bilir; kırmızıyı kırmızı, sıcak şeyleri sıcak şeyler olarak adlandırır. Yine insan böyle bir bilgi sayesindedir ki yiyeceğin açlığı gidereceğini, ilkbaharın arkasından da yazın geleceğini bilir. Bu tür bir bilgi, bilinçli bir araştırma yöntemi sonucunda elde edilmiş olmayıp ister istemez, farkında olmaksızın kazanılır ve yapısı itibariyle de sistemsizdir. O yalnızca yaşama, duyularını kullanma, en ilkel türden deney sonucu ortaya çıkmıştır ve herhangi bilinçli bir yönteme dayanmaz.
Bilinçli yöntemler kullanarak gündelik bilgiyi veya sağduyu bilgisini aşan iki bilgi örneği ise bilimsel bilgi ve felsefi bilgiden söz edilebilir.
Hazırlayan: Ömer YILDIRIM (Sosyolog)
Kaynak:
Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı

Bulut mu Olsam?..

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Nazım Hikmet Ran


12.04.2008

Akıllılar, zayıf yanlarını bildiklerinden, yanılmayacaklarını ileri sürmezler.
Thomas Jefferson

11 Nisan 2008

Can Dündar'dan

BAHAR

Bahar Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
Afrodizyakların en etkilisi, sevdanın suç ortağısın.
Yapma bunu bana!..
Bahar, yalvarırım çek git isine!..
Salma üstüme çiçeklerini, aklimi çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
Sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor..
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, islik ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtüböcek...
Yapma bunu bana bahar, Böyle üstüme gelme!.
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir..
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben...
Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi islik çalıp sokağa çağırmasınlar beni..
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim... yoldan çıkarma!..
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana!..
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka;
Gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını,
Beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak,
Ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz..
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak. İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git isine! Yoldan çıkarma beni!..

Can Dündar

11.04.2008

İnsana: "Kendini bil!" denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir.
Cicero

10 Nisan 2008

ATALARIN İNCE ZEKASI

OSMANLI ZEKASI..

Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü
bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selime. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor.
Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.
Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.. Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!!!!!
Cihan padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir.
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor. Aynı şekilde değerli
mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul''unda imal edilen gülkokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı... Gönderiyor.
Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor. Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor:
"Herkes yediğinden ikram eder" !!!!!

Kadınlar...

KADINLAR
Harun Reşit, savaşta esir aldığı düşman generale
'-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var:
"Kadınlar hayatta en çok ne ister, budur bilmek istediğim.
Bu sorunun yanıtını getir; kurtar kelleni.' der.
General sorar soruşturur, bu çetin sorunun yanıtını arar ve
Kafdağı'ndaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir.
Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı arar bulur ve sorar
" Kadınlar hayatta en çok ne ister?'
Korkunç cadının, yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur değil.
" Evlen benimle, o zaman öğrenirsin istediğini.'
Bu ölümcül teklifi, kabul eder General ve doğru yanıtı
alır almaz koşar Harun Reşid'e:
" Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.'

Harun Reşit bizimkinin hayatını bağışlar ya; cadıyla evlenmek
için de söz verilmiştir. Evlenirler. O ilk gece; general bir bakar ki o korkunç cadı,
dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş, karanlık odada. Konuşur cadı:
" Benim kaderim böyle; günün sadece yarısı güzel olabilirim,
diğer yarısı ise çirkinim. Ne dersin geceleri seninleyken mi,
yoksa gündüzleri dışarıdayken mi güzel olayım? General düşünür ve
" Sen bilirsin, kararını kendin ver' der; işte o andan itibaren korkunç cadı
sonsuza dek çok güzel bir kadın olarak kalır.

Peki bu öyküden çıkarılacak üç ders nedir?
1. Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.
2. Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her zaman güzeldir.
3. İster güzel olsun ister çirkin, her kadın aslında bir cadıdır

Üstün Dökmen derki

Ustun Dokmen der ki:

"...çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayı
döveriz, eh masa ehhhh sen niye orada duruyorsun ! diye, masa orada durmasa
çocuk kafasını çarpmayacak sanır ve büyüdükçe yaptıgı her hatayı
yükleyecek bir sey mutlaka bulur."
Malum...
Kızının mezuniyetini izlemek için Balıkesir'den Erzurum'a gelen
Başörtülü anne, tören salonuna alınmamıştı. Vicdanı olan herkesin yüreğini
Cız eden bu olayın sorumlusu kimmiş?
Kapıcı..
Simdi oldu işte...Kara Kuvvetleri Komutanı "Rektör iyi çocuktur,
Yapmaz öyle şey" falan demeye getirmişti.
YÖK Başkanı da, "Rektörün haberi yokmuş" dedi, çıktı işin işinden...Kimmiş suçlusu?
Kapıcı.
Mesela, bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160 Kilometre hız yaptırdılar.
Ilk virajda sizlere ömür...Kimin üstüne kaldı?
Makinist'in.
Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı. Askere taş attılar, panzere molotof...
Memleket ayağa kalktı.
Kimin yüzündenmiş?.........İki veled...
Gelene geçene ayran tost falan satan, kendi halinde sakin bir
kasabaydı, Susurluk...
Içişleri Bakanlığı, MIT, Jitem, generaller, özel tim polisleri,
kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları...
Bin kişi falan yargılandı.Her şey kimin başının altından çıkmış?
Yeşil'in.
Deprem oldu...
7 vilayette 50 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı, on binleri
ağır hasarlı. Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup hapse tıktık?
Veli Göçer'i.
Edirne'de bebeler şakır şakır öldü...Hiç utanmadan bisküvi
Kolilerine koyup, gömdüler. "Araştırdık, ihmal yok" dediler.
Peki neden öldü bu yavrular? Klima'dan...
Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima.
Rakıdan öldük. O gün ile bu gün arasında ne değişti?......
Kapağın rengi...
Sanal "sorumlumuz" bile var...
Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor.
Trafik Canavarı'ndan...
Dolar patlarsa?
Enflasyon Canavarı'ndan...
Hatta "sorumlu olmayan sorumlumuz" da var...
Milli takım oynayıp yeniliyor.
Suçlusu kim?
Takıma alınmayan Hakan...
Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz...
Sinekten...
Deli dana geliyor.
Inekten...
Millet hormonlu diye tavuk yemiyor.
Erman Toroğlu'ndan.
Evleri su basıyor.
Yağmurdan.
Ormanlar yanıyor.
Sigaradan.
Gemi batıyor.
Dalgadan.
Iyi de kardeşim, uçak neden düşüyor?
Rahmetli pilottan...
Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz?
Allah'tan..

06 Nisan 2008

06.04.2008

Cesaret ölmekle değil, yaşamakla ölçülür.
Alfieri

Bin asker toplamak kolaysa da onlara bir general bulmak zordur.
Japon Atasözü

Dünyayı temelinden değiştirmek isteyen kişi, önce onu yanlışsız olarak anlayabilmelidir.
Milovan Cilas

Yalnızca akıllılar düşünce sahibidirler. İnsanların geri kalanları düşüncelerinin tutsağıdır.
Coleridge

Alışkanlıklar bırakılmazlarsa, zamanla en çok gerek duyulan şeyler olurlar.
Saint Augustus

En alçakgönüllü insan bile ilgi çekmekten zevk alır.
Channing Pollock

03 Nisan 2008

Sedef Çiçeği

OLGUNLAŞMAK_Can Dündar

G.GARCÍA MÁRQUEZ_Veda Mektubu

Marquez'in değişik dillere çevrilerek internet üzerinden dünyayı
Kolombiyalı yazar, romancı.
Doğumu
6 Mart 1928
Aracataca, Magdalena, Kolombiya
dolaşan veda mektubu:

tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni
ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en
azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. az uyur, çok
rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı
yitirdiğimi düşünürdüm. insan aşktan vazgeçerse yaşlanır. başkaları
durduğu zaman yürümeye devam ederdim. başkaları uyurken uyanık kalmaya
gayret ederdim. başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın
tadından zevk almaya bakardım. eğer tanrı bana birazcık can verse, basit
giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm
çıplaklığıyla açardım. tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun
üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. gökyüzündeki aya,
yıldızlar boyunca van gogh resimleri çizer, benedetti şiirleri okur ve
serenatlar söylerdim. gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan
dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek
isterdim. tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... gün geçmesin ki,
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. tüm kadın ve
erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna
ederdim. ve aşk içinde yaşardım. erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı
bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. çünkü insan aşkı
bırakınca yaşlanır. çocuklara kanat verirdim. ama uçmayı kendi başlarına
öğrenmelerine olanak sağlardım. yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil
unutma ile geldiğini öğretirdim. ey insanlar! sizlerden ne kadar da çok
şey öğrenmişim. tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı
olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. yeni
doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu
kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim. sizlerden çok
şey öğrendim. ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. çünkü hepsini bir
çantaya kilitledim. mutsuz bir şekilde... artık ölebilir miyim?

GABRIEL GARCÍA MÁRQUEZ

MEMLEKETİM

TAVLA ve SATRANÇ


Pers imparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir. Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyicidir. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir. 4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın
içindeki karşılıklı 6'sar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü ,siyah -beyaz pulları gece ve gündüzü, karşılıklı 12'ser hane günün 24 saatini simgeler..
Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu Pers İmparatoruna, yanında bir mektup ile hediye olarak göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır. Pers İmparatoruna;
“Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa, O kazanır. İste hayat budur...”
Pers İmparatoru dönemin en âlim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister.
Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer. Daha sonra da on günde tavlayı icat eder ve imparatora sunar. Hint İmparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır.

“Hint İmparatoruna; Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa, O kazanır. AMA BIRAZ DA ŞANSTIR. İste hayat budur...”


YORGUN ÂŞIĞIN İZDİVACI

İtiraf ediyorum: Aşıktım ona...

Hem de kör kütük, sırılsıklam...

Divaneydim; gözüm başkasını görmezdi.

Gider, kapısına gözümü dikip hayran hayran onu süzerdim.

Oysa o varlığımın bile farkında değildi.

Çok toleranslı ve zarif görünürdü, ama mütehakkim ve mesafeliydi.

Her davranışıyla, onlardan olmadığımı hissettirirdi.

Kimdim ki ben zaten; kapısını koruyan alelade biri... Kara kuru bir hudut neferi...

* * *

Beni görmezden geldikçe, teklifimi reddettikçe hepten marazileşti aşkım...

Gözüne girebilmek için onun beğendiklerini giydim, onun yediklerinden yedim.

Sevdiği müzikleri dinleyip onun gibi dans ettim.

Saçım onun tarzında taranmış, evim onunki gibi döşenmişti.

Okuduğu okullarda okudum, onun dilinde...

Onun görüşlerini savundum; kendiminmiş gibi...

Kanlı tarihi, tarihimdi; o yenince galiptim; yenilince mağlup...

"Din ayrı, devlet ayrı" demişti; ayırdım dinimi devletimden...

Gözüm döndü bir ara; onun gibi giyinmeyeni ipe çektim;

Yasakladım onunki dışında müzik dinlemeyi...

Ama olmadı; sevmedi gitti beni...

* * *

Baktı ki kaçış yok ısrarımdan; "Benimle olabilmek için değişmelisin" demeye başladı.

Fukaraydım; dökülüyordu üstüm başım... Bıyıklı, pasaklıydım. Kalabalıktım, kabaydım.

Soylar kırmış, canlara kıymıştım. Yerlere tükürüyordum, o pis kokoreci keyifle yiyordum.

Cahildim, işgalciydim, işkenceciydim. Dahası, onun dininden değildim.

Nasıl bir araya gelebilirdik ki?

Lakin öyle sınırsız ve karşılıksızdı ki aşkım, azimle değişmeye başladım.

Kestim bıyığı da dayağı da... Kokoreçten caydım.

Kuruttum efsanevi zürriyetimi; güvenliğimin önüne aldım hürriyetimi...

Hazırdım işte...

Nihayet onun evinde buluştuk geçen hafta...

Şöyle bir baktı bana; "Son rötuşları da yap, güzün görüşürüz" dedi, gitti.

* * *

Başım dönüyor sevinçten...

Ama ona kavuştum diye değil; kendime ulaştım diye, ona kavuşayım derken...

Kendimi sevdirme hırsıyla, kendimi sevdim sonunda...

Aşamam sandığım sorunları aşabildiğimi gördüm.

Sardım yaralarımı; kavgalarımı gömdüm.

Çocuktum, büyüdüm.

O ise 11 Eylül'de geçirdiği kazadan sonra; tanınmaz hale geldi.

Korktu; hepten içe kapandı. Hoşgörüsünün yerini, lanet bir ırkçılık aldı.

Arttıkça arttı kibri; gidip dine sığındı.

Ve ona olan hayranlığım, yerini bir özgüven duygusuna bıraktı.

* * *

Şimdi yine istiyorum onunla birlikteliği...

Ama kör bir tutku değil artık benimki, "bir mantık evliliği..."

Minnettarım ona; kanlı geçmişinin kazanımlarını kansız sağlamama,

Kendime güven kazanmama yardım etti.

Ama bugünkü yaşlı, tutucu haliyle bana o eski heyecanı vermiyor.

Genç ve dinamik olan, onu başka coğrafyalarla buluşturan benim...

Şimdi ondan öğrendiğim değerleri ona hatırlatmanın peşindeyim:

Farklılığa saygıyı, kendi kimliğini koruyarak başkalarıyla birlikte var olmayı,

...korkunun ve bağnazlığın yerine aklı koymayı,

...insan sıcaklığını, hoşgörüyü, çok kültürlülüğü, kültürler arası diyalogu...

Yıllar yılı zaaf saydığım şeyden; insan çeşitliliğine dayalı servetimden

ve eşsiz coğrafi mevkiimden bir zafer yaratmaya adayım şimdi...

10 yıl sonra muhtemelen o bana muhtaç olacak, benim kalmayacak ona ihtiyacım...

Ve nihayet ben, yıllarca olmak istediğim şeyden çok,

Şimdi olmaya başladığım şeye hayranım.

Can DÜNDAR

Aziz Nesin'den


Ben ölünce...
Bitki olacaksam çayır çimen olayım
Aman baldıran değil.
Yol altında kalacaksam gelin arabaları geçsin üstümden
Çelik paletler değil.
Üstümde çocuklar koşuşsun
Ne kaçan ne kovalayan
Askerler değil.
Kerpiç yapacaksanız beni okullarda kullanın
Ceza evlerinde değil.
Soluğum tükenmez de kalırsa ıslık öttürsünler
Aman ha düdük değil.
Kalem yapın beni kalem
Şiirler yazın sevgi üstüne
Ölüm kararı değil.
Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında.
Sakın ola ki
Silahlarda değil.

AZiZ NESiN

03.04.2008

Büyük acılar kadar bizi olgunlaştıran bir şey yoktur.
Alfred de Musset

Düşlediğim Kadar İnsanım… İnsan Olduğum Kadar Hatalı…


En acımasız eleştirmeniyim kendimin haksızlık ettiğimi bile bile… Öyle olsaydı herkes, dünya daha yaşanılası olurdu belki de… Bu acımasızlık bazen kamçı, bazen iyi de, kendime güvenimi yok ediyorum. Yeteneklerimin üstüne gitmek yerine; küçümsüyorum. Komplekslerimden soyunamıyorum ne yapsam, kabuklarını yoluyorum arada bir…
Bir de önyargılarımdan soyunabilsem… Ki hoşgörümün pencereleri bu kadar açıkken… İletişim denklemini çözüp, küreyi şeffaflaştırabilsem…
Türküm… Doğruyum… Kaderciyim… Bu kefeni bir yırtabilsem… Kader, çoğu kez yeni sürprizleriyle kutsarken alınlarımızdan öperek, bazen de pranga oluveriyor akıntısına kapılıverince… Neden?
“Hayır! ” diyebilmeyi ne çok isterdim…Ya da tepki verebilmeyi umarsızca… Ah niye bu vicdan? Bu iyiniyet? Bu dikkat? Çok daha mutlu mu olurdum insanları -belki kırarak-reddedince bir hayırla?
Bir yaftayla dolaşıyoruz, kim takıyor bunları alınlarımıza? Ne kadar büyüse de insan, ne kadar çabalasa kaçamıyor kafalardaki intibalardan… Boşa bunca makyaj…
Ah! Ne olur atsak maskelerimizi? Ama o zaman da ne kadar severiz acep birbirimizi? Fitnelik, hırs, ihtiras ve kinimizi, göstersek bakabilir miyiz yüzlerimize? Kazısak ne çıkar altın kaplamalı yalancı suretlerimizi?
Düşlediğim kadar insanım… İnsan olduğum kadar hatalı… Hatalı olduğum kadar gerçeğin peşinde ve gerçekleri saklayacak kadar hain… Olduğum gibi mi görünüyorum: HAYIR! Ama göründüğüm kadar da değilim. Duygusal olduğum kadar çıkarcı, çıkarcı olduğum kadar çıkmazdayım.
İnsanım; ne kadar saklasam da kötü yönlerimi… Çirkinliklerimi görmeyi haketmediniz… Belki mazeret değil bu ama, siz istediniz… Karşımda alternatif “izmleriniz”, ben de Polyannacılık oynadım farketmediniz.
Ne çok istedim çomak sokabilmeyi… Şöyle ortasına kokuşmuş, yapışkan çarkın. Ama ağzımı da mı bantladınız? İtiraf ediyorum: BİR KORKAĞIM BEN!
Süleyman GÜNER

Eğer..



O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklarbırakılmasaydı eğer.
Dayanılması o kadar da zor değildir,büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
Utanılacak bir şey değildir ağlamak,yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,çalınan birinin kalbiyse eğer.
Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,öylesine delice bakmasalardı eğer.
Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadıbelki de,kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gecesohbetlerinin,son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,meydan savaşlarında korkular, aşkı ağıryaralamasaydı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında birayrılık gizlendiğinebelki de, kartvizitinde “onca ayrılığın birincidereceden failidir”denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerleavunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerinitutmak isterse…
Evet Sevgili,Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kimuzanmak isterdi ince parmaklarına,mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklıketmiş olmasalardı eğer!!

02 Nisan 2008

çocukluğumuz güzeldi :)




Antalya Kemer

Manavgat Þelalesi

Fethiye Göcek Yassýca adalarý

Halfeti Gümüþkaya köyü

Ayasofya

Maglora Kemeri / Alibeyköy Ýstanbul

Atatürk Barajý

Sümela Manastýrý

Aðrý Daðlarý


Tuz Gölü'nde flamingolar

Dalyan

Meke Gölü / Konya

Büyükçekmece Gölü

Ruhban okulu Büyükada

Kekova batýk þehir

Cennet Cehennem maðaralarý / Mersin

Alaçatý / Ýzmir


Gordion'da tarlalar / Polatlý Ankara


Ösvank Kilisesi Erzurum


Kapalýçarþý



Tatvan Nemrut krateri


Bergama


Kuþtul Manastýrý / Maçka Trabzon


Ýzmir Gediz deltasý


Caretta çocuk parký / Kazanlý Mersin


Atatürk Barajý


Tuz Gölü'nde flamingolar


Tarladaki iþçiler / Milet Ýzmir


Ýstanbul'dan bir pazar görüntüsü / Anadoluhisarý


Ölüdeniz'de paragliding




sevgiler,


Yahoo! kullaniyor musunuz?
Istenmeyen postadan biktiniz mi? Istenmeyen postadan en iyi korunma Yahoo! Posta'da
http://tr.mail.yahoo.com



--
Sevgiler..

FELSEFEçizgi_pps

Bir Kadını Ağlatmak

MASAL


MASAL
Bir varmış bir yokmuş.Masal bu ya,bir ülkede insanlar
kendi imkanlarıyla kendi halinde mutlu mutlu yaşarmış.
Bu ülke dünyada kendi kendini besleyen yedi ülkeden biriymiş.

Bu ülkenin insanları her gün yarınından emin olarak işine gider gelirmiş.




Akşamları da yorgun ama mutlu evine dönermiş.



Karnı tok ,sırtı pek bir yaşam sürermiş.Sıkıntıları varmış elbette ama…



Derken bir gün basit olay yaşamını altüst etmenin başlangıcı olmuş…



Bu ülkenin insanları her yanına yaklaşanı dost olarak benimser ve
onların fikirlerine hayranlık duyarmış.



Paylaşmayı da çok severmiş bu ülkenin insanları ……



Ama bir kusuru varmış ki o da RAHATINA ÇOK DÜŞKÜNMÜŞ.



Zaten ne oldu ise bu durumu başına büyük dertler açmış


Sonun da olan olmuş elbette.



Bu ülkenin Pazarlamacı Başbakanı Toprak satışını eleştirenleri keskin zekası ile azarlayarak :
TOPRAKLARI SATTIYSAK,ALIP GÖTÜRMEDİLER YA! dermiş.



evet toprakları götürmemişler ama o halk oradan gitmek zorunda kalmış.
Peki bu ülkenin Başbakanına ne olmuş dersiniz ?
Onun sonu o ülkenin tarihinde daha önce de yaşanmış.

''Milli Benliğini Yitirmiş Uluslar
Başka Milletlerin Avıdır''
M.K.Atatürk



Windows Live Messenger ile kendinizi anında ifade edin! Windows Live Messenger!

Kartallar

Kadın

Kelebekler ve Çiçekler_pps

SİS

Posted by Picasa