HOŞGELDİNİZ
Sayfama hoşgeldiniz.
Merak edip bir uğradığınız için teşekkür ederim.
"Yok, sadece uğramadım, abonesiyim" diyorsanız ona daha çok teşekkür ederim:)
İnternet dünyasında benim de bir yerim olsun istedim.
Ben burda sadece çok beğendiğim dokümanları ve çok güldüğüm fıkraları yayınlıyorum. Henüz hiç bir konuda yorum yapmıyorum. Şimdilik...
Genelde kaynak veya yazar mutlaka belirttim. Şayet belirtmemişsem ya çok tedavülde olan bir yazıdır ya da bana aittir. Ortak özelliklerinden biri benim beğenmiş ve fikren yakın bulmuş olmamdır. Bir de derleme amaçlıdır. İstediğimiz zaman ulaşabileceğimiz bir kaynak yaratmak. Yok mu buna benzer kaynaklar? Tabiki var. Bu sayfanın ayrıcalığı bana ait olmasıdır. İlginize teşekkür ederim.
Not1:Şahsıma yorum, eleştiri, tavsiye bildirmek veya doküman göndermek isterseniz saselzeta@gmail.com adresine iletebilirsiniz.
Not2:Ayrıca yazıların altında "yorum" linkleri bulunuyor. İsterseniz yorum da yapabilirsiniz.
19 Ağustos 2009
Dale Carnegie'den
18 Ağustos 2009
Aşk, Kadını Kurşuna Dizdirir!

Aşk, insanın dengesini bozan ve biraz da sersemleten bir durumdur. Aşık kadın her şeyi göze alır, ölümü bile….
15 Ekim 1917’de Paris Vincennes Kalesi’nde bir kadın kurşuna dizilir. Ertesi gün gazete manşetlerinde “Casus Mata Hari, itiraf ettiği suçların bedeli ödedi” diye yazacaktır. Gerçek adı Margaretha Gertruda olan, Hollanda’lı efsane kadın, genç yaşında kötü bir evlilik yapar. 27 yaşına geldiğinde eşinden ayrılıp, hayatına yeni bir yön vermek için harekete geçer. O zaman 5 yaşında olan kızını terk ederek, onu bekleyen kadere doğru gitmek için demir alır.
Güzelliğine olan güveni ve hırsı ile Paris’te ün yapmaya kararlıdır. Dans etmeye başlar. Kıvrak ve şehvet dolu dansı ile kısa zamanda dikkat çeker. Önemli gösterilerde dansözlük yapma teklifleri almaya başlar, para ve şöhret yıldırım gibi yaşamının ortasına düşmüştür. Kendine, Mali dilinde şafağın gözbebeği, günün gözü, kısaca güneş anlamına gelen Mata Hari takma ismini seçer. Kazandığı kadar harcayan bu kadının namı, tüm dünya üzerinde duyulmaya başlanmıştır. İstanbul’da dahil olmak üzere, pek çok ülkenin başkentinde dans gösterileri yapar. Avrupa’nın her yerinde, başta ordu mensupları olmak üzere, diplomat, siyasetçi, banker gibi bir çok sevgili edinir.
1913 yılında Monte Carlo’da gerçekleşen bir gösterisi başarısızlıkla sonuçlanınca, sözleşmesi feshedilir. İşte bu olay, efsanenin çöküşünü başlatan ilk olaydır. Sonraki bir yıl boyunca Hollanda ve Paris’e giderek, şansını döndürmek istese de başarılı olamaz. Son olarak Almanya’ya gider ve burada kendisine bir iş ayarlar. Gösteriler başlamak üzereyken, 3 Ağustos 1914’te savaş ilan edilir ve böylece Mata Hari, sanat hayatına veda etmek zorunda kalır. Bundan sonra Hollanda ve Paris’e gitmek için girişimlerde bulunur. Fransa’ya gitmek için pasaport başvurusunun sonucunu beklediği günlerden birinde, kapısı çalınır. Gelen Amsterdam Konsolosu Bay Kremmer’dir. Fransa’ya gittiğinde kendilerine bilgi toplamayı kabul ederse, karşılığında 20.000 Frank kazanabileceğini anlatır.
Teklifi kabul eden Mata Hari, önce Alman istihbaratı tarafından eğitime alınır ve staj dönemi geçirir. Ardından Paris’e gider ve elindeki parayı harcayarak yaşamaya başlar. Birkaç hafta sonra kendinden 10 yaş küçük bir Rus subayına aşık olur. Bu yakışıklının adı, Vadim de Masslov’dur. Gözünde yaralanmış ve dinlenmekte olan bu askeri, birliğine dönmeden önce görmek isteyen Mata Hari, askeri bölgeye girememektedir. Bunun için özel izin gereklidir. Yabancılarla ilgilenen askeri büroya müracaat eden Mata Hari’yi, Fransız karşı-casusluk servisinin lideri olan yüzbaşı karşılar. Daha ilk karşılaşmalarında yüzbaşı kendisine Fransa için casusluk yapmayı önerir. Fransa, büyük aşkı Vadim’in ülkesinin de müttefikidir. Bu yüzden teklife olumlu cevap verir. Kalbi, aklının ve mantığının önüne geçen Mata Hari, büyük bir tuzağın içine düştüğünün farkında değildir. Yapacağı casusluğa karşılık bir milyon frank talep eder. Getireceği bilgilerin değerli olması durumunda bu parayı alacağı taahhüt edilir.
Mata Hari, bu parayı kazanmak için yola çıkar. Bundan sonra bir dizi hata yapacaktır. 1917’de birçok bilgi topladığı inancıyla Paris’e dönen Mata Hari, alacağı para ile, sevdiği erkeğe koşacak ve düşlediği aşkı yaşayacaktır. Fakat işler düşündüğü gibi olmaz çünkü getirdiği bilgiler asılsızdır. Casusluğu gün ışığına çıkmış olan Mata Hari kandırılmıştır. Sonunda 13 Şubat günü Paris’te tutuklanır. 24-25 Temmuz’da mahkemeye çıkarılır ve idama mahkum edilir. Dönemim cumhurbaşkanı cezasını affetmez ve 15 Ekim 1917 sabahı kurşuna dizilerek idam edilir.
Kurşuna dizilmeden birkaç dakika önce çekilmiş bir fotoğrafta, dikkatimi çeken şey, Mata Hari’nin gözlerinin bağlanmamış olması ve kıyafetinin detaylarıydı. Başında şık bir şapka ile askerlerin karşısında duran bu efsane kadın, acaba kalbini aşkla doldurmamış olsaydı, yine de sonunu hazırlayacak bunca hatayı yapar mıydı? Biraz araştırdığımda, gözlerini kendisinin bağlatmadığını öğrendim. Böylesine yürekli, hırslı, özgüveni yüksek ve zeki bir kadını alt edebilecek tek şey, aşk olabilir mi? Aşık olduğu askere ne olduğunu, bir daha görüşüp görüşemediklerini şimdilik öğrenemedim. Araştırıyorum, bulursam size de haber veririm. Ama insan düşünmeden edemiyor, aşk denilen duygu vücuda sızmaya başladığında gerçekten gözü değilse bile, aklı kör ediyor mu? Bu hikaye gibi birçok örnek bulmak mümkün. Dünya tarihine adını yazdırmış kadınların arkasına baktığınızda, mutlaka bir aşk hikayesi çıkıyor. Aşk, kadının tüm yeteneklerinin, savunma duvarlarının, zekasının, hırslarının önüne geçebiliyor. Yani aşk, kadını kurşuna dizdiriyor!
Candan Ünal
14 Ağustos 2009
Yeniden Merhaba :)
Yazmak zor iş, herkes yazamaz. Yazmamalı da. Aklımdan geçen parlak fikirler, yapılanlara öfkeden çıldırdığım anlar, çok mutlu olduğun dakikalar, içimi titreten duygular, isyan edip dünyayı yakma arzum olmuyor mu? Oluyor tabi olmazmı? Duygusal yönden coşkulu bir insan olarak elbette oluyor. Ama yazmak vahşi atları ehlileştirmek işine benziyor bence. O vahşi atların kulakları çınlatan seslerini, devasa gölgeli heybetlerini, karanlığın ürkütücülüğünü, fırtınanın tenimdeki ürperetisini, burnumu yakan tuz ve iyot kokusunu, yüzüme çarpan kum tanelerinin acısını, ellerimi kesen dizginlerin sızısını, korkudan buz gibi olup ama heyecandan ve terden bunaldığımı hissedebilirim, ama yazamayabilirim :)
O nedenle yayın programımı yine yazılanları aktarmak üzerine yapıyorum. Zira burda benim birinci amacım çok beğendiğim yazıları paylaşmak ve bir derleme ortamı oluşturmaktı. Fakat bu dönemde bir fark olacak; kendime de bir şans tanımaya karar verdim. Ara sıra da olsa düşündüklerimi ve beni düşündürenleri yazıya dökmeye çalışacağım. Çevremizde o kadar çok yazmayı bilmeden yazanlar var ki. Ben o kadar da kötü sayılmam:)
Yeniden merhaba...
Hayata, umutlara, güzel olan bütün duygulara Merhaba...
Sevginin değerini bilen güzel yürekli tüm dostlara Merhaba...
Merhaba yaşam...
Bu Belki Son Günündür...
Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen n’olur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?
-Tamam bey, bitti işte.
Adam açık mavi göleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.
Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldiniz’ demeliyim.
Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”
Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.
Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.
Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!
Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.
Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.
-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?
Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.
Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Gözyaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.
-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?
Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı.
Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;
-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?
-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…
O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.
-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.