HOŞGELDİNİZ

Merhaba,
Sayfama hoşgeldiniz.
Merak edip bir uğradığınız için teşekkür ederim.
"Yok, sadece uğramadım, abonesiyim" diyorsanız ona daha çok teşekkür ederim:)
İnternet dünyasında benim de bir yerim olsun istedim.
Ben burda sadece çok beğendiğim dokümanları ve çok güldüğüm fıkraları yayınlıyorum. Henüz hiç bir konuda yorum yapmıyorum. Şimdilik...
Genelde kaynak veya yazar mutlaka belirttim. Şayet belirtmemişsem ya çok tedavülde olan bir yazıdır ya da bana aittir. Ortak özelliklerinden biri benim beğenmiş ve fikren yakın bulmuş olmamdır. Bir de derleme amaçlıdır. İstediğimiz zaman ulaşabileceğimiz bir kaynak yaratmak. Yok mu buna benzer kaynaklar? Tabiki var. Bu sayfanın ayrıcalığı bana ait olmasıdır. İlginize teşekkür ederim.
Not1:Şahsıma yorum, eleştiri, tavsiye bildirmek veya doküman göndermek isterseniz saselzeta@gmail.com adresine iletebilirsiniz.
Not2:Ayrıca yazıların altında "yorum" linkleri bulunuyor. İsterseniz yorum da yapabilirsiniz.

26 Aralık 2008

Doğa Derneği'nden



Vatan Parça Parça

Bugün "Hasankeyf Yok Olmasın" diyenler bölücüdür diyorlar. Oysa asıl bölücülük doğayı ve bizden önceki uygarlıkların izlerini yok etmektir. Çünkü doğa ve uygarlık bir vatanı bütün halinde tutan en önemli değerlerdir.

Vatana bağlılık, yalnızca onun siyasi sınırlarını korumakla kazanılabilecek bir erdem değildir.

Aslolan, o sınırların içindeki her karış toprağı korumak, değerine değer katmaktır.

Oysa bugüne kadar hiç böyle olmadı...

İki milyon yaşındaki Tuz Gölü'nü haritadan sildiler. Aksaray'da susuz kalan köyler birer ikişer boşalıyor. Orta Anadolu doğası ve uygarlığı paramparça oldu.

Belek'in ormanlarını satıp golf sahası yaptılar. Akdeniz'in ormanları bin parçaya bölündü.

Karadeniz'in derelerini parça parça sattılar. Her birini bir başka şirket aldı.

Memleketimin dağlarını didik didik kazdırdılar. Birileri altın bulup zengin olsun diye.

Orman arazilerinin adım adım işgaline göz yumdular. Şimdi parsel parsel satacaklar....


Devamı : http://www.dogadernegi.org/index.php

12 Aralık 2008

Güven Duygusu

İngiltere’de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır. İngiliz devleti hakimlerine o kadar çok güveniyor yani.

Bir gün hakimin biri bir bankaya gidip, 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemen İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYİN!

Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Hakim parayı alıp gitmiş.

Aradan bir kaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. Hakim; "Kraliçe’nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu, onu sınadım." cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş. Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "Kraliçe hükümetinin, saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."

"Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır.

Alkışlarrr : ))

***Arkadaşlarla yemek yiyecektik. Lokantaya gittiğimde henüz kimse yoktu. Bir süre sonra kalabalık bir grup halinde geldiler. Öpme faslında o sırada sipariş almak üzere bekleyen garsonu da öpmüştüm! Tabii kahkaha tufanı kopmuştu. İşte o an benim bittiğim andır :))


***Gece otobüsle İstanbul’dan İzmir’e gidiyordum. Yanımda oturan da benim gibi iri kıyım olunca komple vücut teması oldu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, ikimiz de uyumuşken, yanımdaki yolcu birden sıçradı. Karımdan alışık olduğum için, 'Geçti bitanem. Ben yanındayım, yok bir şey' deyiverdim! Adam gözlerini aralayıp dehşetle bana bakmıştı. İşte o an benim bittiğim andır :))


***6 yaşındayken komşu ablaya izlediğim çizgi filmi anlatıyordum. Babası da yanımızda oturuyordu. Çocuk salaklığıyla, gorilleri anlatırken, 'Böyle böyle göğüslerine vuruyorlardı abla. Hem de göğüsleri seninkilerden daha büyüktü' demiştim! Yıllar sonra bizi ziyarete geldiklerinde adam bunu hatırlattı. İşte o an benim bittiğim andır :))


***Dünyanın parasını verip aldığım yırtık model Jean pantolonumu giymiş sevgilimle dolaşıyorduk. Babamla karşılaştık. Bacaklarıma doğru aşağılayıcı bir şekilde bakıp, 'Hayrola, mahallenin köpekleri kovaladı galiba' demişti! İşte o an benim bittiğim andır :))


***Üniversite yıllarım. Kulak rahatsızlığımdan dolayı hastaneye gitmiştim. Doktor muayene esnasında rahat olmam için benimle sohbete başladı. 'Öğrenci misin?' 'Evet.' 'Hangi üniversite?' 'Uludağ.' 'Ben de oradan mezun oldum. Hangi bölümde okuyorsun?' 'İşletme' dedim ve bombayı patlattım: 'Siz hangi bölümden mezun oldunuz?' 'Sence?' İşte o an benim bittiğim andır :))


***Sabah ofiste telefonla konuşuyordum. Telefonu omzumla başımın arasına sıkıştırmıştım. Elimin birinde cep telefonu, diğerinde poğaça vardı. Cep telefonumu şarj etmek isterken şarj aletinin ucunu birden poğaçaya soktum! Gören oldu mu diye kafamı çevirince de müdürümle göz göze geldim. Sırıtıyordu. İşte o an benim bittiğim andır :))


***Lise 1. sınıftaydım. Kimya dersinde ''ısınan maddeler genleşir'' konusunu anlatan hocamız, 'Örneğin pirinç' deyince atladım: 'Haklısınız hocam yaa! 2 bardak pirinci ısıtınca koca bir tencere pirinç pilavı oluyor.' Hoca, 'Oğlum bu yemeklik pirinç değil, metal olan pirinç' deyince bütün sınıf gülmekten yerlere yatmıştı. İşte o an benim bittiğim andır :))


***Yirmili yaşlarım. Çok romantik bir sahneydi. Sevgilim kucağıma başını koymuş, ben de saçlarını okşuyordum. Birden başını kaldırdı, 'Pantolonunun yıkanma zamanı gelmiş' dedi! İşte o an benim bittiğim andır :))


***Eve gitmek üzere Bakırköy dolmuşu bekliyordum. Sigaramın kalmadığı aklıma gelince önünde durduğum Tekel bayiine girecekken minibüs geldi. Apar topar bindim. Şoföre parayı uzatıp, 'Bir Monte Carlo' dedim! Adam birkaç saniye yüzüme bakıp, 'Abi bu Bakırköy’e gider' diye cevap verdi! İşte o an benim ve şoförün bittiği andır :))

07 Aralık 2008

Bayramınız Kutlu Olsun


NE GEÇMİŞTEKİ NE GELECEKTEKİ BAYRAMLARI ÖZLEYELİM.

HER GÜNÜ BAYRAM SEVİNCİYLE,

HER BAYRAMI YAŞAM SEVİNCİYLE KUTLAYALIM.

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.


ZAFER.


Muhabbet
Bir fasulye çimleniyordu
Çiseledikçe yağmur.
Koştum vardım ki yanına
Anlasın ne nimet olduğunu
Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın
Böyle kibar erkeyin ayağına
Ben kendi ayağımnan gelirim

Bu muhabbeti görünce uzaktan
Kıpkırmızı oldu biberiye

Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye

CAN YÜCEL

03 Aralık 2008

Bayram Tebriği :))

Bunu mutlaka okumuşsunuzdur ama tekrar okuyun:))))
Olayı yaşayan Abimizin anlatımıyla aktarıyorum.

“Sene 1965, bir genel müdürlükte özel kalem müdürü yardımcısıyım.
Bayrama 10 gün var. Benim müdür hastalandı. İşe gireli iki hafta olmuş- olmamış. Genel müdür bey çağırttılar;

— Tebrik kartları hazır mı?

— Hangi kartlar efendim?
— Aman evladım, Şükrü Bey sana söylemedi mi? Bayram geldi tebrik kartları şimdiye kadar hazır olmalıydı Tüh tüh çabuk hemen hazırlayıverin.
— Emredersiniz efendim.
Genel Müdür Bey bütün kartları çini mürekkebiyle ve en güzel yazımla yazmamı istediler. 2000 tanesini "alt makam”dakilere yazacaktım;

"Bayramını kutlar gözlerinden öperim".

1000 tanesi de "üst makam”dakilere olacaktı:
"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim".
Sabaha kadar 3000 kart yazacağım düşünebiliyor musunuz? Kolları sıvadım:
"Bayramını kutlar gözlerinden öperim."
1, 5, 10, 18, 28, 58, 108, 188, 558, ... yazıyorum, yazıyorum bitmiyor. Nasıl sıkıntı bastı !!
738, 918,... İki buçuk paket Samsun'u bu arada bitirmişim. Öyle işkence çekiyorum ki, ekmek parası olmasa bırakıp kaçacağım. Sıra 2000. karta geldiğinde şafak söküyordu. Bende bitmişim ama önümde hala yığınla duruyor 1000 tanede "üst makamlar" a yazılması gereken var. 4 paket sigarayla birlikte;

“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim" diye yazmaya başladım. 1,5,9,19,39,109,...

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim".
Boyuna yazıyorum göz kapaklarım iyice ağırlaştı, takoz koysam gene de kapacak. 209,529, 89,... yaz babam yaz... ama artık kalemi parmaklarımın arasında tutamaz oldum. Ben kaleme değil kalem bana hakim.

“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."
“Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken"
“Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla, sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim."
“Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrıca sıhhatle ederim."
“Önce bayramınızı eder sonra eşinizle Niyazi'ye başarılı günler dilerim."
“Sizinde eşinizin de Niyazi'nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim."
"Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken Niyazi'ye başarılar diler aynı zamanda ederim."
“Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar, Niyazi'nin gözlerinden öperim."
“Sizin de eşinizin de Niyazi'nin de bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de saygıyla ederim"
Sabah tam mesai saatinde gözlerim kan çanağı kartları yetiştirdim. Genel Müdür bir ikisine şöyle bir baktı.
"Aferin” dedi. “Güzel yazmışsın. Hemen postalayın."
Hemen postaladık. 3 gün sonra bizim Genel Müdürü ondan sonrada bendenizi postaladılar.”

27 Kasım 2008

Anne ve Baba Farkı

Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası gözkulak oluyordu. Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba, anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu. Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti. Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:
'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?'

Sonuç-1: Anneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.
Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever.
'Babalar en son duyar' boşuna söylenmemiştir :)

Hediye :)

Dört arkadaş barda muhabbete dalmıştır. İçlerinden biri tuvalete gider. Üç arkadaş sohbetlerine devam ederler. Birinci adam oğlundan söz eder, Benim oğlan araba yıkamakla ise başladı. Bir baltaya sap olamayacağından korkuyordum ama bir gün arabasını yıkadığı adamlardan biri ona iş teklif etmiş. Sonra iyi bir araba satıcısı oldu. Hatta o kadar iyi para kazandı ki geçenlerde bir arkadaşının doğum gününde ona Mercedes aldı !"

İkinci adam da mevzuya girer, "Benim oğlum da biraz problemliydi. Büyük bir emlak şirketinde çalışırken inanılmaz bir iş kaptı ve ondan sonra ilerledi acayip zengin oldu. Çalıştığı şirketi de satın aldı. Bir arkadaşının doğum gününde ona bir ev bile hediye etti."

Diğerlerini dinleyen üçüncü adam da heyecanla söz alır, "Aynen benimki de öyle. İşe bir borsa şirketinde temizlik elemanı olarak başladı. Bir gün kendi kendine hesaplar yaparken patron tarafından fark edilince broker oldu ve büyük başarılarla inanılmaz bir servete sahip oldu. Üstelik de en iyi arkadaşına bir milyon dolarlık hisse senedi armağan etti!

Bu sırada dördüncü adam tuvaletten çıkmış ve sohbete katılmıştır. Diğerleri ona çocuklarından bahsettiklerini söyleyince adam içini çekerek konuşmaya başlar, "Ehh... Benim oğlumun bir hayal kırıklığı olduğunu itiraf etmeliyim. Doğru düzgün bir işte dikiş tutturamadı, berber çıraklığı falan yaptı, eroine bulaştı. Derken onun yoldan çıkmış olduğunu fark ettim, Maalesef oğlancı imiş! Çok, çok üzüldüm. Bir sürü erkekle birlikte olduğunu duydum." Adam, gülümsemeye çalışarak konuşmasına devam eder, "Ama işe iyi tarafından bakmaya çalışıyorum. Geçen doğum gününde bu ibne arkadaşları ona bir Mercedes, bir ev ve bir milyon dolarlık hisse senedi hediye etmişler !"

Kral Kızı Nazire

Musul yakınlarındaki kalesinde mahsur kalan Arap krallarından Kral Zizen, İranlı kumandan Şapur Şah’a teslim olmamış, uzun süre mukavemetini devam ettirmişti.
Şapur Şah’ın ümidini kesip de muhasaradan vazgeçmek üzere olduğu sıralarda, kralın kızı Nazire kale burcuna çıkar, dıştaki kumandan Şapur’u görür. Bu sırada şeytan telkine başlar:
- Böylesine cesur ve genç kumandanla evlenmelisin!

Gençlik bu... Şeytana uyar, aklına geleni hemen yapar. Bir mektup yazıp bir askere verir, kaleyi dıştan muhasara etmiş olan Şapur Şah’a ulaştırmasını temin eder. Şapur mektubu açar, bakar ki tam istediği şey. Diyor ki:
- Ben Kral Zizen’in kızıyım, seninle evlenmeyi gönlüme koydum. Şayet beni zevceliğe kabul edersen sana kale kapılarını açmaya hazırım. Şapur Şah’ın arayıp da bulamadığı fırsat. Derhal mukabil mektup yazar:
- Seni kale burçlarında görüyordum da kendimden geçiyordum. Demek ki ben sana, sen de bana âşıkmışız. Hayatımın en mesud olayı, seninle evlenmek olacaktır!
Babasının itibar ve haysiyetini asla düşünmeyen kral kızı Nazire, tutar, bir gece kale kapılarını ardına kadar açar, kimseciklere de bildirmeden burca çıkıp işaretini yapar.
Şapur’un askerleri sabaha karşı ansızın hücuma geçer, bir anda açık kapılardan girip kaleyi fetheder; Nazire’nin babasını da, yanındaki askerlerini de kılıçtan geçirirler.
Sonunda Nazire de düşman kumandanıyla evlenir, birlikte yaşamaya başlarlar.
Bir gece Nazire’nin gözüne uyku girmez. Yataktan rahatsızlık duyar. Şapur Şah:
- Bu yatak yumuşak ve çok rahat yataktır. Neden uyuyamıyorsun? diyerek kalkar, yatakta araştırma yaparlar. Bir de bakarlar ki, küçük bir mersin yaprağının ezik parçaları rahatsızlık vermektedir. Şapur Şah:
- Hayret yahu, der. Bu kadarcık şeyden rahatsız olunur mu?
Bizler savaşlarda hasır dahi bulamıyoruz. Sivri taşlar üzerinde yattığımız bile oluyor. Kral kızı Nazire buna şöyle cevap verir:
- Biz de kuş tüyü yataklarda yatar, ipekli elbiseler giyerdik. Babam, soframızda oğul balı ile bembeyaz kaymağı hiç eksik etmezdi! Şapur, birden ciddileşir:
- Demek öyle ha!.. İpek elbise giydiren, kuş tüyü yatakta yatıran, oğul balı yedirip, beyaz kaymakla besleyen bir babaya ihanet eden kadın, bana daha kolay ihanet eder.. diyerek emir verir:
- Derhal en kuvvetli atım getirilsin!
Azgın at getirilir. Şaşkın şaşkın bakan kızcağızı kuvvetli elleriyle atın kuyruğuna bağlayan Şapur, arkasından da bir kamçı şaklatır... Namludan çıkan kurşun gibi fırlayan atın kuyruğunda kadıncağız çığlık çığlığa... Vaktiyle verdiği gençlik kararına bin pişman.
Ama artık dönüşü yoktur bu yolculuğun...

Arap krallarından Zizen’in kızı Nazire’nin yaptığı bir gençlik hatasıdır. Sonunda bu hatasını hayatıyla ödemiş, gençlere de ibret olacak vakayı böylece tarih sayfalarına sunmuştur.

Benim İşim Değil Ki

Öykümüz HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ ve HİÇ KİMSE adlı dört kişi hakkında.

Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve HERKES, BİRİSİ’nin bu işi yapacağından emindi.

Gerçi işi HERHANGİ BİRİ de yapabilirdi, ama HİÇ KİMSE yapmadı. BİRİSİ buna çok kızdı, çünkü iş HERKES’in işiydi.

HERKES,HERHANGİ BİRİ’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama HİÇ KİMSE, HERKES’in yapamayacağının farkında değildi.

Sonunda HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceği bir işi HİÇ KİMSE yapmadığı için HERKES, BİRİSİ’ni suçladı.

26 Kasım 2008

Askıda Kahve

Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor :

İtalya' da Napoli' nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarimizi içiyoruz.İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.

Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın üstündeki çiviye...

Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.
Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...

24 Kasım 2008

Öğretmenler Günü


BÜTÜN ÖĞRETMENLERİMİZİN ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM...


Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.
(Atatürk)

Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbilerini sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.
(Atatürk)

Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve muhterem unsurlarıdır. (Atatürk)

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bur millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.
(Atatürk)

Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.
(Atatürk)

Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.
(Atatürk)

Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
(Hz. Ali)

Yeryüzünde öğretmenlikten daha şerefli bir meslek tanımıyorum.
(Diyojen)

Dünyada her şeye değer biçilebilir, ama öğretmenin eserine değer biçilemez. Çünkü, onun eseri her şeydir ve hem de hiçbir şeydir.
(Socrates)

Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.
(Atatürk)

En önemli ve feyizli görevlerimiz, milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu suretler olur.
(Atatürk)

Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir.
(Atatürk)

Yeter derecede eğitime sahip olmalısın ki, çevrende insanları gereğinden büyük görmeyesin; fakat bilgeliği sağlayacak kadar da eğitimin olmalı ki, onları küçük görmeyesin.
(M.L. BOREN)

Heykeltıraş mermere ne ise; öğretmen de çocuğa odur.
(Addison)

Öğretmen ve ağaç ürünlerinden belli olur.
(Ukrayna Atasözü)

Öğrencilerine okuma isteği aşılamayan bir öğretmen havada soğuk demir dövüyor demektir.
(H. Mann)

Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim, kültür) ordusudur.
(Atatürk)

Öğretmenlik mesleklerin en az kazanç getireni, fakat insanı en çok ödüllendirenidir.
(H.V. Dyke)

Öğretmen nasılsa sınıf da öyledir.
(Alman Atasözü)

Unutmayınız ki cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir.
(Atatürk)

Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.
(Atatürk)

Ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınızın kazandığı için yol açtı.Gerçek zaferi siz,öğretmenler kazanacaksınız. Bunu başaracağınızdan kuşkum yoktur. Sarsılmaz bir inançla ben ve arkadaşlarım sizi gözeteceğiz... Sizin karşılaştığınız tüm engelleri kıracağız.
(Atatürk)

Bir topluluk ulus olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki,toplumun gerçek bir ulus haline getirirler.
(Atatürk)

Öğretmenlik Tanrı sanatıdır.
(Hz.Ali)

Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın (kültürün) müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik (uygulama) mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir.

(Atatürk)

İyi Bir Öğretmen Nasıl Olmalı

Bu, çok yıllar önce bir ilkokul öğretmenin başından geçen bir hikayedir.
Adı Bayan Thompson'du.Ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada ilk sırada, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı. Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, Bayan Thompson,Teddy'yi gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü. Ve,Teddy mutsuz da olabilirdi. Çalıştığı okulda Bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti. Ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı.
Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü birinci sınıf öğretmeni:
"Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu...ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.
İkinci sınıf öğretmeni: "Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.
Üçüncü sınıf öğretmeni: "Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek." diye yazmıştı.
Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: "Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti.
Şimdi Bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Ve öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş Noel hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları paketten çıkan bazı taşları düşmüş ve sahte taşlardan yapılmış bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.
O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.
Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vazgeçerek onları eğitmeye başladı.
Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek,Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy onun en sevdiği öğrenci olmuştu.
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti.O notta liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve Bayan Thompson'un hala hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.
Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarf etmesi gerektiğini yazıyordu. Ve Bayan Thompson hala onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi.
Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Ve çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun oluğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve hala Bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi. Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.
Bu hikaye burda bitmedi. Sonra ilkbaharda bir mektup daha aldı Bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Ve babasının birkaç yıl önce öldüğünü ve Bayan Thompson'un düşünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu, tabii ki oturabilirdi.
Ve tahmin edin ne oldu? O törene giderken birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı ve tabii ki Noel'de Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümü de sürmeyi ihmal etmedi.
Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy onun kulağına
"Bana inandığınız için çok teşekkürler Bayan Thompson, beni önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için.." diye fısıldadı.
Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi:
"Ben sana teşekkür ederim Teddy" dedi.
"Sen yanılıyorsun. Ben sana değil, sen bana öğrettin. Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum.!"

Dünyanın Bütün Çiçekleri

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin."

Köy öğretmeni Şefik Sınıg'ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kir ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

20 Kasım 2008

Şaplak :)


Adamın biri sinemaya gider. Tam sinemada film başlarken önüne saçını kazıtmış biri oturur ve sinemanın ışıkları bu saçını kazıtmış adamın kafasına vurur... Arkasındaki adam bir türlü filmi izleyemez. Adam içinden 'şunun ensesine bi tane yapıştırayım' der sonra 'Oğlum adam iri yarı. Ellese bile beni parçalar' diyip vazgeçerken yanına Temel oturur. Adam Temel'e dönüp

—Şu kafasını kazıtmış adamın ensesine bi tane vur sana 5 milyon verecem' der. Temel de dayanamaz adamın ensesine bi tane yapıştırır ve devam eder;

'Ula Hasan uşağum sen de mi burdaysun' der. Adam dönüp;

'Ne Hasanı kardeşim' der Temel de

'Afedersun uşağum karıştirdum' der ve adam önüne dönünce yanındakinden 5 milyonunu alır. Adam dayanamaz ve Temel'e dönüp;

—'Kardeş bi tane daha yapıştır sana 10 milyon verecem' der. Temel bi tane daha adamın ensesine vurur ve ilave eder;
'Ula Hasan sensundur da kafa bulaysun benle ' Adam dönüp;

'Hasan değilim ben kardeşim Alla Allaahh ' diyip
ön koltuklardan birine oturur. Temel'in yanındaki adam artık filmi bırakıp bu kafasını kazıtan adamı aramaya başlar ve bulur hemen Temel'e dönüp;

'Bak kardeşim işte oraya oturmuş. Git ensesine bi tane daha vur sana cebimdeki tüm parayı verecem' der. Temel hemen kafasını kazıtmış adamın arkasına geçip ensesine bi tane yapıştırıp;

'Ulan Hasan uşağum sen burdamiydun, ben de yarum saattur aha şu arkadaki uşağu sen sanayrum, ha böle ensesine vurayrum'...: )

19 Kasım 2008

ARILAR


500 gram bal için arılar, 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konup kalkıyor. Bir kg bal için ise 40 bin tane arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000 km kanat çırpıyor.

Bir Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekebiliyor.

Bu deli çalışmanın arasında, dönüp “öbür arı benim kadar dolaşıyor mu?”diye kontrol gereği de duymuyor.

Birbirlerine tam bir güven içinde sadece hedeflerine odaklanmışlar!... Neredeyse kölesi olduğumuz bilgisayar saniyede 16 milyar aritmetik işlem yaparken, bilgisayarın doğadaki rakibi bal arıları bu sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyonluk işlem yapmakta.

Bir koloninin pazarlanacak 1 kg bal üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için, 8 kg bal tüketmesi gerekiyor. Bu da koloninin 6 kez dünya çevresini dönmesi demek...

Onlar bu işi canla başla yapıyor ve genetik olarak nesilden nesile aktarılmış bir tembellik asla söz konusu olmamış! Bu arı cumhuriyetinde cinlik yapmak için “birkaç gram bal da kendime saklayayım” diye peteği hortumlayana da şimdiye dek rastlanmamış.

Hepsi güneşin “kalk” ziliyle çalışmaya başlayıp, güneşin “paydos” ziliyle dinlenmeye çekiliyorlar.

Hiçbir arı, “kraliçe hanım işin kaymağını yiyecek diye ben geberene kadar çalışmam abi...”de dememiş, kovandan çıkınını alıp başka yollara düşüp başka bir kovanda cumhuriyet kurmayı da düşünmemiş!Karşı kovandakileri kıskanıp o peteğe dadanmamış!

Her bir petek gözünün altıgen prizma şeklinde inşa edilmesi esas peteğin direncini sağlıyormuş. Bu nedenle kilolarca balı rahatlıkla taşıyabiliyor.



“Gerçekten de en az balmumu harcayarak, maksimum ölçüde bal depolamak için en uygun şekil, arıların inşa ettiği altıgen prizmadır” diye onaylıyor fizikçiler.

Hadi bakalım arılardan özür dileyelim, onlara “hayvan” dediğimiz için. Elin hayvanı düzen tutturmuş, milyon yıldır hayatına fesat sokmadan sürdürüyor yaşamını.

Arıların “ayıkla pirincin taşını” diye bir sözleri de yok. Başka arıların yaptıklarını, onlar hayatlarını kısıtlayarak temizlemek zorunda değiller!..

Siz hiç arıyı sokan bir arı biliyor musunuz?

A. AKBAL

Kim Barbar ?

Barış MANÇO, Fransa'da bir televizyon programına katılır.

Her şey gayet güzel giderken, sunucu klasik Avrupalı edası ile:

'Siz Türkler barbarsınız' muhabbetine girer.

Bunun üzerine Barış Manço sunucuya üzerinde para olup olmadığını sorar.

Sunucu, cebinden bir kaç banknot çıkartıp Barış Manço' ya uzatır:

B.Manço: Şimdi bu paranın üzerindeki kim?

Sunucu: General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta kahramanlık yapmıştır,

B.Manço: Peki bu?

Sunucu: Teğmen bilmem kim, böyle etmiştir, şöyle etmiştir.

Bunun üzerine Barış Manço cebinden bir kaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır:

B.Manço: Bu Mevlana Celaleddini Rumi; ünlü bir Türk düşünürüdür.

Bu Halit Refik KARAY; ünlü bir Türk Edebiyatçısıdır.

Bu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusudur.

Sessizliğin üzerine sunucuya bakarak söyle der.

— Şimdi siz söyleyin, kim barbar?

Bizi Çevreleyen İnsanlar

Gerçek Bir Hikaye...

Bu olay 14 Ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşti. Bir hanım zenci bir adamın yanında oturuyordu. Hanım, sinirliliğini belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturmak istemiyordu.

Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki duruma rağmen kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuştu. Birkaç dakika sonra hostes gelip kadına : “Çok özür dilerim gerçekten de uçakta boş yer yok. Ama birinci sınıfta bir yer bulduğum için mutlu oldum. Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, zira bu değişiklik için pilottan izin almam gerekiyordu. ‘Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz’ dedi ve bu izni verdi.”

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Sonra hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

—Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor.”

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler.

Bu olaydan sonra, firma sorumluları ekibin yolculara karşı eğitiminde yeterince önem vermediklerini anladılar. Uçak firması hemen gerekli değişiklikleri yaptı!

Bundan böyle aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

“İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler.

İnsanlar onlara ne yaptığınız da unutabilirler.

Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.”

Fıkra Gibiler:)))

Şöför
Malum servis soförümüz trafikte hareket edemez halde beklerken (gayet de haklıydı çünkü önündeki arabalar kuyruk olmuştu) arkadan kornaya abanan araç sahibine camdan sarkarak 'Pokemon'muyum lan ben arabaların üzerinden uçayım' diye bağırarak tüm servisi yere yıkmıştı.
Babaanne
Yetmiş sekiz yaşında, tonton bir babaannem var. Ne kadar modern olsa da gelişmiş teknolojiye ayak uydurmakta epey zorlanıyor. Buna en güzel örnek evimi aradığında telesekretere bıraktığı not: - Babaannesi aradı dersiniz.
Katı, Sıvı, Gaz
Olay, bir arkadaşımın annesinin gözetmen olarak bulunduğu ilkokulu dışardan bitirme sınavlarından birinde gerçekleşiyor. Dışardan bitirme sınavı ya, yağlı ballı adamlar da var sınavda. Gözetmenler sınav sırasında sıraların arasında dolaşıyorlar. Tam o sırada gözetmen bakıyor, adamın biri soruların hiçbirine cevap verememiş; acıyor adama. 'Maddenin üç halini yazınız' sorusunu parmağıyla işaret ediyor ve adamın kulağına eğilip cevabı fısıldıyor:
'Katı, Sıvı, Gaz.' Sınav kurulunu dumura uğratan an cevap kağıtları okunurken gerçekleşiyor.
Sorunun cevabı, kağıtların birinde aynen şöyle yer alıyor: - Katır, Sığır, Kaz.
Printer
Sene 1992, üniversite yılları. Anneannemin haç parasıyla zar zor bir bilgisayar kapatmışız ama printer'a para kalmamış. Akşam vakti printer'ı olan bir arkadaşa gidip aleti ödünç aldım, eve dönüp proje çıktısı alacağım. Ankara'da her kış olduğu gibi yerler yine buz. Kayıp düşer de alete bir zarar veririm korkusuyla bir taksiye bindim. Daha iki dakka olmadan polis çevirdi, taksici kenara çekti, sonra arabadan indi, kimliğini gösterdi. Ben kucağımdaki cihazın inmemek için uygun bir bahane olduğu düşüncesiyle elde kimlik arabada bekledim. Polis abi geldi, kapıyı açtı, ve aramızda şöyle bir diyalog geçti:
- O ne len ööle?
- Printer (yanındaki öteki polise dönerek) Ecnebi oğlum bu. Sonra gülümseyerek kapıyı kapattı. Güle güle manasına ikisi birden el salladılar, tekrar yola koyulduk. 500 metre kadar gittikten sonra şöför gene kenara çekti, çünkü gülmekten arabayı kullanamıyordu.
Düzen
1997 yılı. Bir siyasi lider seçim kampanyasında konuşuyor:
-Bu düzen değişecektir.

Bir vatandaş bağırmış:
-Düzen hayatından memnun; düzülen ne zaman değişecek?
Bot Ne Kadar?
Abimiz koyu kahverengi deri, yarım botu alıp kasaya yanaşıyor.Kasadaki kız botları poşete koyarken, sayın abimiz de soruyor;
- 43 lira değil mi?... Kız, 'Ne münasebet' der gibi bakıyor ve
- Bunlar orijinal deri...İndirimli fiyatı 180 lira. Abimizin bitiş cümleleri, kızcağızın kopuş anına denk geliyor;

-Olur mu hanımefendi, altında 'Size 43' yazıyor...
Skip Durağı
Sene 1968, İstanbul Bahçelievler'de Skripp tükenmez kalemlerinin fabrikası var ve önünde de 98 no’lu otobüslerin durduğu otobüs durağı. Bu durak Bahçelievler'den sonraki ilk durak ve anlatacağım olay gerçekten yaşanmış olay. Otobüsle Bakırköy'den Güngören'e giderken Bahçelievler durağında otobüse çok güzel bir kadın bindi. Tam biletini alacağı zaman otobüs hareket etti. Kadın biletçiye bir Şirinevler bileti verir misiniz diye sordu. Biletçi bu otobüs Şirinevler'e gitmez deyince bayan “durdurun otobüsü, ineceğim” dedi. Biletçinin cevabı hayli ilginç oldu;

- Hanım, hanım kalktı bir kere Skip'te indireceğiz. Bu lafı duyunca kadının yüzündeki ifadeyi görmenizi isterdim (bu arada Skip otobüs durağının adı)
Nataşa
İzmir'de 15 yıl kadar oluyor, maçta yanıma süzme Karadenizli müthiş çenebaz bir vatandaşımız düştü. Günün olayı idi Nataşa konusu. Evli idi, onun da ilgisi vardı Nataşalara.. Dayanamadım sordum. “Karınızı aldatmak nasıl bir duygu” diye acaba? Suçluluk duymuyor muydu? Verdiği cevap şu oldu: - Onlar da karı diye yıllarca bizi aldatmışlardur da!
Sınav Soruları
Temizlikçi bir kadın dışardan İlkokul diploması almak için sınava girer.
Tabiat bilgisinden sorular ve cevaplar şöyle:
-Soru Mide ne iş yapar?
-Cevap Sindirim yapar, yediklerimizi öğütür.
-Soru 'Akciğer ne iş yapar?'
-Cevap Solunum yapar, bizi yaşatır.
-Soru Kalp ne iş yapar?
-Cevap Dolaşım yapar.
-Soru Beyin ne iş yapar?
-Cevap Bizim apartmanda kapıcılık yapar.
Ne Doktormuş be!
Yıllar önce bir Karadeniz kasabasında görev yaparken, kansızlık nedeniyle başvuran bir hastamı muayene ediyordum. Konjoktiva dediğimiz alt göz kapağının içine bakarken, bir yandan da :
'Amca sende basur mu var?' dedim. Kansızlığın baş sebeplerinden biridir ve Karadeniz'de bu duruma sık sık rastlanır. Amcanın dışarı çıkarken yanındaki arkadaşına söylediğini hâlâ hatırlarım... 'Ne doktormuş be, helal olsun..! Gözümden baktı, g.tümdekini gördü.'

İşte Ömrü Uzatan 7 Besin

AICR, rahatsızlıklara karşı koruyan besinleri açıkladı.

Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü (AICR), vücudu kanser, kalp krizi, Alzheimer ve diyabet gibi ciddi rahatsızlıklara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı.
BADEM
Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.
KAHVE
Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.
TARÇIN
Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.
PATATES
Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.
SEBZE ÇORBASI
Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellikle sebze çorbası sodyum bakımından zengindir. Bir kâse sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.
ZEYTİNYAĞI
Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren ";8oxodG"; adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1 çorba kaşığı zeytinyağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.
ÇAY
Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.

Beynin En Çok Sevdiği İki Renk

Renkler, beynin çalışmasını önemli ölçüde etkiliyor.

Dinamik renkler üretkenliği temsil ederken, huzuru simgeleyen mavi ve yeşil ise beynin en çok sevdiği renklerdir..
Beyin cerrahı Doç. Dr. Cahide Topsakal, beyin hakkında en çok merak edilenleri yanıtladı:
Beynin sevdiği renkler var mı?
Beyin huzur açısından en çok mavi ve yeşilin tonlarını sever. Kırmızı, agresifliği artırır. Bu nedenle yatak odalarına kırmızı koymayın. Çalışma odalarına kırmızı koyun ki, beyniniz sürekli dinamik olsun. İyi bir uyku çekmek için yatak odalarında pastel yeşilleri ve eflatunları tercih edin. Sarı ve portakal renk de, dinamik ve üretkenliği artıran renklerdir. Hayatlarında yeşil rengi çok tercih edenlerin, huzurlu kişiler olduğu bilinir.
Beyin sağlığı için yararlı vitaminler neler?
B12, belki de beynin sevdiği tek vitamindir. Bu vitamin, hafızayı güçlendirir. Eksikliği halinde, bir demans hastalığı yaşanır. B12 eksikliği beyin hasarı oluşturduğu zaman, bunun geriye dönüşü yoktur. B12, sinir sistemi için en önemli vitamindir. Eksikliği, kansızlık da yapabilir ve bu nedenle beyin hasarı oluşabilir. B12 vitamini, kırmızı ette bulunmaktadır. Çok fazla kırmızı et yemeyenlerin, mutlaka B12 desteği almaları gerekir.
SAĞ SANAT, SOL DİL!
Beynin sağ yarım küresi ile sol yarım küresi arasındaki bağlantı nasıl kurulur?
Bu iki yarım küre, önemli bağlantı yolları ile aralarında sürekli haberleşirler. Ancak bazen, beynin tam orta hattına bir kitle oturur ve bu kitle bağlantı yollarını sekteye uğratır.
Beynimizin hangi tarafının baskın olduğunu nasıl anlayabiliriz?
Genellikle beynin sağ yarım küresi sosyal başarı, organizasyon, felsefe ve sanat ile alakalıdır. Sol yarım küre ise matematik ve dil öğrenme ile alakalıdır. Bu konuda bilimsel bir test olmamakla birlikte, şu yöntemi uygulayabilirsiniz: Karşımızdaki kişinin yakalaması için havaya bir cisim atın. Refleks olarak cisme hangi koluyla hamle yaparsa, o kolun karşı tarafı baskın tarafıdır. Bazıları bazen sağı, bazen solu tercih eder. Bunlara, farklı beyin ameliyatları yapılır.

15 Kasım 2008

Maymun Davranışı

Bir kafese 5 maymun, ortaya da bir merdiven konur. Merdivenin tepesine iple bir kangal muz asılır. Her bir maymun, merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde, dışarıdan üzerine soğuk su sıkılır. Her bir maymun aynı denemeyi yapar, buz gibi soğuk suyla ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara doğru hareketleneni, diğer maymunlar engellemeye başlar.
Su kapatılıp maymunlardan biri dışarı alınır. Yerine yeni bir maymun konulur. İlk yaptığı iş, koşup muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu bir de döverler.
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha, yeni bir maymunla değiştirilir. Ve o da merdivene doğru ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu maymunu en şiddetli ve istekli döven de biraz önce diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen birinci yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. Bu da ilk atağında diğerleri tarafından cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur. Ama en iştahlı dövenler de onlardır.
Sonra en baştaki ıslanan maymunların dördüncü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Ama tepelerinde o bir kangal muz hala asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir...
İşte bu nokta, organizasyonel (ya da toplumsal) negatif öğrenmenin, şartlanmanın başladığı yerdir. Artık Türkiye'de olduğu gibi kötü yönetilmeyi ve maymun davranışını kanıksarsınız, hatta hayatınızdan memnun olmaya başlar, kurulu düzenin savunucusu olup karşı çıkana da en çok ve en iştahla siz engel olursunuz.

Özgürlük Şansı

Pers Sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiş.
Sultan’ın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi
hayatını bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş.
Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş.
Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve
"Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle
çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar."
" Pek değil " demiş birinci mahkum.
" Kendime dört özgürlük sansı veriyorum.
Birincisi: Sultan bu yıl ölebilir.
İkincisi: Ben ölebilirim.
Üçüncüsü: At ölebilir...
Dördüncüsü : Belki ata uçmayı öğretebilirim..! "

Umutlarımızın hiç tükenmemesi dileğiyle...

13 Kasım 2008

Hz. Muhammed'in kabri yıkılacaktı

Atatürk olmasaydı Hz. Muhammed'in mezarı yıkılır mıydı? AK Partili eski vekil Yalçıntaş'ın iddiası tartışılıyor.

Atatürk'ün peygamberimiz Hz. Muhammed'in mezarını yıkılmaktan son anda kurtardığı iddia edildi. Atatürk, Vehhabiler'e sert bir nota vererek yıkımı durdurmuş.
Bu iddianın sahibi ise AK Parti Eski Milletvekili Prof Dr. Nevzat Yalçıntaş. Atatürk'ün tartışıldığı 'Genç Bakış' programında konuşan Yalçıntaş'a göre Ata'nın notası Dışişleri arşivinde mevcut.
Prof. Dr. Yalçıntaş şunları konuyla ilgili söyledi:
"...Vahabilik'te mezar ziyareti günah sayıldığı için Suudiler bütün mezarları yıkmaya başlamışlar. Sıra Hz. Muhammed'in mezarına gelmiş. Ülkedekiler Mustafa Kemal Atatürk'ten yardım istemişler. Atatürk bu olayı duyunca tüm manevi duyguları kabarmış ve Suudi Kralı'na Hz. Muhammed'in değil mezarına, türbesinin bir taşına dahi dokunulursa bedelinin çok ağır olacağını bildiren nota niteliğinde bir yazı göndermiştir. Bu vesika Dışişleri arşivlerinde mevcut ama yıllardır açıklanmıyor. Oysa ki Türk halkının Büyük Kurtarcısı'nı her yönüyle tanıma hakkı var."

13 Kasım 2008 Perşembe 07:29

http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=165538